15 Ekim 2016 Cumartesi

            Bugün günlerden ne? Bunu soramayacak kadar büyüdüm. Bir devlet memurunun bugünün günlerden cumartesi olduğunu bilememesi mümkün mü? Bugün günlerden cumartesi. İstanbul, Kadıköy'de tüm günümü ve akşamımı evde oturarak geçirdim. Üstelik 30lu yaşlarımda olmama rağmen bir eşe ve bir çocuğa sahip olmadan yaşadığım bu evde. Yalnızca eşim ve çocuğum değil, ev arkadaşım, köpeğim, kedim ve dahi kapıcım bile yok. Tüm gün kimseyi görmedim. haftalardır yalnızca bir hafta sonu evime misafir geldi. O zaman da çok mutluydum. Keşke evime misafir gelse pasta yapmayı özledim.
            Her neyse konu bu değildi. Konu neydi? Tam bunu sorarken gözümün önüne bir Türk filminde seyrettiğim sallanan bir sandalye sahnesi geldi. Filmin adı Cazibe Hanım'ın Gündüz Düşleri... Ben Cazibe Hanım değilim. 
             Tüm gün evde oturdum, sabah biraz ağladım. Çok ucuz şiirler aklıma geldi. Yaşayamadığım her şeyi düşündüm. Hak verdim, insan yaşadıklarından değil yaşayamadıklarından ibaretmiş. Bugün biraz ağlayarak uyandım. Sabah 11'de bir tane bira içtim, kaç gündür uyanınca canım istiyordu, küçük kentsoylulardan bir kadın olarak ağlamayı bahane edip birayı yuvarladım. Halbuki önceleri de istiyordu canın göt, niçin kandırıyorsun kendini? Tamam sus. Başka şehirde yaşayan erkek arkadaşım henüz uyanmamıştı ve ben çakırkeyf olmuştum. Böyle sahneleri çok yaşadım. Sonu tepetaklak olan hani... Günün akışında bir adam ve akışın dahiline kabul olmamış bir kadının gündüz içkilerini ve tepetaklak sonlarını çok seyrettim. Bu hikâyede mühim olan adam ve kadının konumu değil. Akışa dahil olup olmamak da değil. Hikâyede mühim olan benim buna birden çok kez şahitlik etmem. Üstelik bizzat bir hikâye kişisi olarak katıldığım günler de azımsanmayacak kadar çok... Bu mühim çünkü bu yaşanmışlıkların artısından da eksisinden de sıkıldım.
                 Fakat bunu da anlatmayacaktım... Yazmazsam çözemeyeceğim şeyler olduğuna kanaat getirdim bu sabah velhasıl. Çünkü birkaç yıldır uzanarak düşündüğüm kanepede her şey giderek arapsaçına dönüşüyor. Uzanarak düşünmekten başka bir şey yapmadığım o kane Kafka'nın bir siluetini taşıyor. Ben ise işin içinden çıkamadığım ve daha evvel hiç bilmediğim bir hikâyeye dahil oluyorum bu kanepede giderek... Bundan ivedilikle kurtulmam lazım emrini verdim kendime. İcraate dahil olması 3 ayımı aldı. Nihayet bugün başladım. Çünkü çözemediğim şeyler var, evet konu buydu.
                  Buraya yazmaya başlamadan evvel bir kurşun kalem aldım elime ve bir defter. Hayatımda ilk kez kurşun kalemle yazmak istedim çünkü silinip gitsin istedim. Artık her şey silinip gitsin istiyorum. Köklü bir değişiklik diyorum dinç tutar belki beni. Belki sahiden silinir?? Bir film vardı Yedinci Kıta, hayranlıkla seyretmiştim. Üff sürekli bölnüyorum görüntülerle... Her neyse işte, kalemler... Evet bir kurşun kalemle yazmaya başladım. Çözmek için yazmak zorundayım dedim; sık dişini ve yaz hadi kızım. -kendime verdiğim emirlere dahi amade olamıyorum.- Neyse ki yapacak daha iyi bir işim yoktu ve yazmaya başladım... Ne kadar yalnız olduğumu anlatan, dostum falan yok da üç beş benimle görüşmek isteyen arkadaşım olsaydı bari gibi cümlelerle türlü yakınmalar yaparken göz göre göre bir başıma kaldığımı fark ettim. Her şey gözümün önünde olup bitmiş, hem de ortaokuldan bu yana.... Ortaokulda düşündüğüm her şey doğruydu çünkü. Zaman beni yanılttı!
Buraya Cazibe Hanım'ın fotoğrafıyla ara vermem gerek. Çünkü daha fazlası için duygusal yeterliğim şu anda yok. Ne de olsa kimse yok ne evde ne burada. Âlâ!